20 Şubat 2012 Pazartesi

Schopenhauer'ın kirpileri

Alman filozof Schopenhauer, insan ilişkileri hakkındaki görüşlerini çok güzel bir metaforla, kirpilerin hikayesi ile anlatır .
Soğuk bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanır.
Ama kısa bir süre sonra okları ile birbirlerini yaraladıklarını görüp ayrılmak zorunda kalırlar. Isınma ihtiyaçları onları tekrar bir araya gelmeye zorlar fakat okları ile canları yanan kirpiler yan yana duramaz, yeniden ayrılırlar. Ta ki dondurucu soğuktan dirençleri kırılana kadar.. Bu ayrılıp birleşme dansı, birbirlerine zarar vermeden yaklaşabilecekleri mesafeyi bulana kadar devam eder.

Biz insanlar da kirpilere benzeriz der Schopenhauer, sevgi ve yakınlık için birbirimize sokuluruz, fakat bu buluşma can yakar, hemen ardından mahremiyetimize döneriz. Ancak bu kez de soğuk gecede üşür, yalnız kalırız ve tekrar yakınlaşmak isteriz. Hayatın tek düzeliğinden kaçıp insanların arasına sığınmak için birleşme ve insanların dayanılmaz hatalarının verdiği acıdan kendimizi korumak için uzaklaşma ihtiyacı birbirini takip eder.
Kirpiler gibi, yara almadan bir arada kalmak için uygun olan mesafeyi ayarlamamızı önerir ünlü filozof.
Sadece kendi beden ısısını yani içsel gücünü koruyanların diğerleri ile arasındaki güvenli mesafeyi bulabileceğini ve zehirli oklarla yaralanmaktan kurtulabileceğini söyler.

Yalıtılmış bir yaşam sürmeyi değil ama kendi sıcaklığımızı yaratarak, kendi insanlığımızla, kendi varlığımızı onurlandırarak o kritik, sadece bize özel alanı doldurmamızı, sınırlarımızı korumamızı öğütler.
Bir kaçıp bir dönüşlerimizi normalleştiriyor Schopenhauer.
‘Ne senle ne de sensiz’ oluşlarımız, terkedilişlerimiz, yalnız kalışlarımız, uzlaşmazlıklarımız sanki yeni bir anlam kazanıyor .

Ve düşündürüyor..
Kimlerin oklarıyla canımız yanıyor? Oklarımızla kimleri yaralıyoruz ? Ne zaman fazla yakınlaşıyor, ne zaman uzaklara kaçıyoruz? Kendimizden, kişisel sınırlarımızdan nerelerde feragat ediyoruz? 


En önemlisi de..
İki iğne arası mesafeyi koruyabilmek için ne gerekiyor? 

(Radikal Gazetesi yazarı Tuğba Kıraç ın  19. 02. 2012 tarihli yazısıdır.)

Hiç yorum yok: