25 Mart 2012 Pazar

Mobilyada Patchwork

Bu ara aklımı patchworke taktım :) Sizinlede begendiğim modelleri paylaşmak istedim. 
Bana göre patchwork mobilya ve aksesuarlar önümüzdeki yıla damgasını vuracak.. 
Buyrun bakalım siz beğenecekmisiniz..





















22 Mart 2012 Perşembe

Nişan Yazısı

3 Martta nişanım vardı..
Düğünümüz İstanbulda olacağı için Kayseriden de herkesi düğüne davet edemeyeceğimiz için burda ailem düğün tadında nişan yaptı.. Hemde düğün için bi prova oldu. Düğünde dikkat etmemiz gereken hususları gördük.. Hemde eş dost aile herkes birbiriyle görüşmüş oldu kısacası güzel bi sosyallik oldu.. 700 davetli vardı ki bu sayı nişan için iyi bi rakam.. Nişanda ben ve Selçuk yorulmadık ailelerimiz sağolsun hep koşturdu, misafirlerle ilgilendiler.. İyi ki onlar var.. Onlar olmasa biz bişey yapamazdık..
Gelelim nişan gününe...
Nişan olmadan önce ben çok rahattım.. Amaaan herşey olur modundaydım.. Nişan sabahı bi uyandım elim kolum titriyor.. Nassı yani akşam nişan var davetliler gelmeye başladı ben ne yapacağım.. Tam sahneye çıkarken düşersem.. Kolum kırılırsa, midem bulanırsa, ayağım burkulursa gibi sayısız saçma sapan korku vardı.. Ayrıca şansımdan mı şanssızlığımdan mı bilmem feci kar yağışı vardı.. İnsan haliyle korkuyor, davetliler rahat gelebilirmi uçaklarda aksilik çıkarmı gibi..
Nişan sabahı herşeye rağmen güzelce kahvaltımı yaptım ve  annemle beraber hazırlıklara bakmak için nişanın yapılacağı otele gittik.. Otele gittiğimizde şehir dışından misafirlerin bir kısmı gelmişti tabi onları görünce heyecanım daha da arttı..
Salonda sabah hazırlıklar yapılırken..

Kalbim küt küt atarken, çok matrak, can ve neşeli bi arkadaşım aradı nerdesin seni almaya geliyorum diye.. Onunla beraber gittik bi yerde kahve içtik havadan sudan konuşurken ben baya bi rahatladım ve kuaför saatim geldi..
Makyajım yapılmadan önce çok gergindim nasıl olacak çok mu ağır olacak palyaço gibi mi olacağım derken makyaj bitti ve istediğim gibi sade bi makyaj oldu.. Gözlerimin yapısı ufak ve renkli olduğu için göz makyajının fazlası bana hiç yakışmıyor.. Makyaj yapılırken Şefika uğradı bi kaç ekleme yaptı makyajımla alakalı ve makyajım bitti.
Makyajdan sonra başörtümün yapılacağı kuaföre gittik zaten başörtümü yapan kişi yıllardır gittiğim her türlü nazımı çeken ve gerçekten eli çok pratik bi kuaför.. Nişandan bi kaç gün önce bana ön hazırlık yaptı nasıl yapacağını gösterdi ki o gün bi aksilik çıkmasın diye.. 1 saat içinde başörtümde bitti ve resim çekinmek ve giyinmek için otele geri döndük.. Bu arada makyaj ve başörtü bitince benim heyecanım nerdeyse kalmadı stresimde azaldı.
Stüdyo fotoğrafını otel odasında çekindik çünkü o gün çok kar vardı ve benim elbisem kabarıktı arabaya inerken binerken ciddi sıkıntı olacaktı bizde fotoğrafı otelde çektirdik çokta iyi oldu.. Nişan elbisemi giyip aynanın karşısına geçince bi garip oldum.. Gerçekten büyüdüm ve evleniyorum nassı yani dedim.. Herneyse fotoğraf çekimi yaklaşık 2 saat sürdü bittiğinde yorulmuştuk ve nişan başlamak üzereydi..


Gelelim nişan elbiseme

Nişan elbisemde 2 farklı büstiyer kumaşı kullanıldı. Kumaşların rengi beyazdı ve gelinlik kumaşıydı onlar pudra rengine boyatıldı. Elbisenin alt kısmı 12 kat hayal tülden oluşuyordu. Kıyafetimi Kıymet Hanım dikti, kafamda belirlediğimin aynısını yaptı ellerine sağlık.
Selçuğun kravatında elbisemdeki tülden ve taşlardan kullanıldı. Mendili de aynı şekilde elbisemdeki taşlardan yapıldı.
Başımdaki taşlı aksesuarı Bala Hanım yaptı.

Ayakkabılarımı Sanem Sevgen yaptı..

Nişandaki Ayrıntılara Gelince
Çıkış müziğimiz Hans Zimmerin Gumption şarkısıydı.. Bu şarkıyı abim önerdi, kendi düğünlerinde çıkış müziğiydi.. 36. saniyede bi sessizlik oluyor o arada kapılar açılıyor ve güm güm güm çıkıyorsunuz çok keyifli bi şarkı..
Nişanımızda Mustafa Ceceli sahne aldı, sahnesi çok iyiydi..
İlk dansımızı Hastalıkta Sağlıkta şarkısında yaptık. Nişandan önce 3 saat dans dersi aldık ;) Hep merak ederdim bu dans edenler ne konuşur diye.. Dans ederken hiç konuşmadık sanırım bir ilki başardık ;)
Nişan saat 7 de başladı normal şartlarda biz 7.45-8 gibi sahneye çıkacaktık ancak protokol geç geleceği için bizimde çıkış saatimiz gecikti.. 9-30 gibi çıktık. Beklemek biraz zor oldu çünkü aşağıda nişan yapılıyordu biz ise yukarda yalnız başımıza oturduk..
Çıkmadan önce heyecanım hiç kalmadı sağolsun Şefika ve Tuba Abla bizi baya bi neşelendirdi.
Tuba Ablamın yeşil balık elbisesi ve Şefikanın melek kanadı olan kadife elbisesi çok şık oldu.
Nişana gelen davetlilerin herbiri birbirinden şık olmuş şimdi resimlerde farkediyorum.. Kayserililer gerçekten modadan anlıyor.. Açık bayanlarda kapalılarda inanılmaz moderndi.. İstanbuldakilerin biraz gelip ders alması lazım bizimkilerden ;) neyse kimseyi kızdırmayım şaka bi yana Kayserili kadınlar her konuda maşallah çok iyi..
Nişanda özellikle baştan sona her konuda emeği geçen Belma Mercana özellikle teşekkür ediyorum..
Nişan ile ilgili aklıma gelenler şimdilik bunlar.. Eğerki bi sorunuz olursa mail atmaktan çekinmeyin..

kboydak@mac.com
kboydak@me.com


Sevgiler
Kübra

Kutsal Topraklar..

Merhaba Sevgili Dostlarım yaklaşık iki haftadır yazamadım.. Çünkü ruhumu arındırmaya kutsal topraklara gittim.. Bilen var bilmeyen var benim 3 Martta nişanım oldu.. Nişanım biraz detaylıydı, dolayısıyla hem ruhen hem zihnen yorgundum.. Bu şekildede bi umre programı olunca hemen balıklama atladım.. 8 Mart- 17 Mart arası dolu dolu muhteşem vakit geçirdik. Bu gittiğim benim 9. umrem oldu şanslıyım küçük yaşlardan beri babam bana bu imkanı sağladı.. Hatta hep esprisini de yaptik..  Bana daha önce ramazan umresine gitmek nasip oldu.. Ben de babama beni hep aç karnıma götürüyorsun ibadet edemiyorum bi defada tok karnıma götürsen diye takılıyordum.. Babamda dedi gel seni evlenmeden tok karna götüreyim:)
Şaka bi yana böyle bi muhabbet döndü ama asıl neden zihnimizi ve ruhumuzu resetlemekti.. Ben Nüans Turizm ile umreye ilk defa gittim, daha önce hep Eman ile gittiğimi düşünürsek çıtamız yüksekti.. Bu duruma göre Nüans Turizm çok iyiydi.. Özellikle toplu ibadet noktasında gerçekten çok başarılılardı.. İlk defa gidecekseniz kesinlikle tavsiye ediyorum..
Orda  değişik müslüman ülkelerinden çeşit çeşit insanlar oluyor.. Çok çok fakir insanlarda çok çok zengin insanlarda görebiliyorsunuz. Kimse kimseye kötü gözle bakmıyor.. Avrupadaki, Amerikadaki o uyanıklık yok insanlar çok saf, temiz ve iyi niyetli.. Ezan okunduğunda tüm mağazalar kapanıyor.. Hoca Allahekber dediği anda hayat duruyor herkes aynı anda namaza başlıyor.. Hani derler ya anlatılmaz yaşanır diye aynen o cinsten bir durum..
Maneviyat tavan yapıyor.. Allah orda yaptığımız dualarımızı ibadetlerimizi kabul etsin bize ve gitmek isteyenlere tekrar tekrar gidebilmeyi nasip etsin.. ( Amin.)
Aşağıda ilginç bulduğum resimleri paylaşıyorum..

 Sokaklarda yakılan tütsüler caddelere, yollara ayrı bi hava katıyor..


 Bu resmi çaktırmadan çekmeye çalıştım o yüzden net değil.. Ufacık bi kız çocuğu Kuran-ı Kerim okuyordu.. Çok tatlı görünüyordu..

 Selçuk ile yaşlanınca böyle olurmuyuz diye düşündüm..

 Babasının kucağında tavaf yapan mini mini bi kız çocuğu

 Tavaf yapan insanlar..
 Mekkenin saat kulesi

 Teyzeler birbirini kaybetmemek için kafalarına pembe çiçek takmış..

 Öğlen sıcağında tavaf yapan teyze ve amca çok tatlılardı..

 Bu teyze sanırım 90 yaşında var ve hala ayakta namaz kılıyor..

 Birbirini kaybetmemek için sarılara bürünmüş bi grup..

 Kapalı bebekler..


 Mekkede bize unutulmaz dualar yaptıran Osman Hoca.. Mekkeye giderseniz mutlaka Osman Hocanın yaptırdığı umreye katılın gerçekten çok başarılı..

 Kafalarına sarı güller takmış bi grup..

Puantiyeli eşarp takmış bi grup..

 Yeşilli grup..

 Kaybolmamak için aynı giyinmiş Türk teyzeler..
 Mavili grup..


6 Mart 2012 Salı

Siz Bu Çocukların Yerinde Olsaydınız Ne Yapardınız?

Bugün internette gördüğüm videoyu paylaşmak istiyorum.. Ben çok etkilendim.. Ailemize, ülkemize, başımızdaki devlet büyüklerimize binlerce teşekkür etmek lazım ki bu tip şeylerden uzaktayız.. Aşağıdaki linke tıklarsanız videonun kaynağına ulaşırsınız..

http://ilyasboydak.com/2012/03/06/intihar-bombacilarinin-egitimi-ted/

Joy is BMW

Çok sevdiğim, her izlediğimde yüzümde gülümse oluşturan bi reklam... Geçen sene ödev yaparken abim bu reklamı izlememi önermişti hatta ödevimede baya bayaa yardımcı olmuştu ben sadece sundum ;) o gün bu gündür çok severim bu reklamı..


5 Mart 2012 Pazartesi

Demir Eksikliği...

Kansızlığın en önemli sebeplerinden bir tanesi demir eksikliğiymiş.. Tabi ki kansızlığın çok fazla çeşiti var ama demir eksikliği türü en sık görülen kansızlık türü olduğu söyleniyor.. Ben doktor değilim, sağlıkla uğraşan veya derin bilgisi olan biri değilim ancak kendimde olan ve sizlere de uyarı amaçlı olması için bu yazıyı yazıyorum.. Türk kadınlarının çoğunda kansızlık var ve bunun genetik olduğu yıllardır söylenir.. Ülkemizde her yüz kişinin kırkında demir eksikliği görülüyormuş..
Bende de özellikle son yıllarda kansızlık belirtileri baş göstermeye başladı.. Sağlığım açısından belki çok problem olmayacaktı ancak yaşam kalitemi çok etkiledi.. Ben başlarda önemsemedim genetik herkeste var dedim geçiştirdim.. Gıdalar ile kansızlığım geçer diye düşündüm ama ona da çok dikkat etmedim.. Gıda için bir gün dikkat ediyordum ertesi gün free o yüzden baktım gıda ile de olmuyor..
Doktorum artık ilaç kullanmam gerektiğini söyledi.. 2 yıl önceydi ilaca başladım kaç ay kullandığımı hatırlamıyorum, demir eksikliği tedavisinde doktorların tavsiye ettiği bi ilaç var onu kullandım.. Faydası çok olmadı diye düşünüyorum belki benim gıdalara dikkat etmediğim için belkide başka bi  neden bilemicem.. Her ilaç her bedende farklı sonuç veriyor.. Bende işe yaramaması başka hastalarda işe yaramayacağı anlamına gelmiyor..
Herneyse ilaç tedavisinden sonra kansızlığı yine önemsemedim ama doktora her gittiğimde kansızsın dikkat etmelisin diyordu.. Ben 2 yıldır ihmal ettim..
 Geçen sene çok sevdiğim bi büyüğüm serum taktırdığını 2 günde 1 seruma gittiğini ve ciddi faydasını gördüğünü söyledi.. Bana dedi sakın ama sakın ihmal etme.. Hayat kaliten düşüyor tedavi ol dedi.. Doktorlar demir eksikliği için önce ve daima gıdaya dikkat etmemizi söylüyorlar.. Pekmez, kırmızı et, kuru meyveler, sakatat, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler en çok demir içeren yiyeceklermiş..
Kansızlık sınırın altındaysa ilaç tedavisine başlamak gerekiyor.. İnsanlar kansızlık tedavisinde kilo almaktan, iştah açılmasından korkuyor bu yüzden de tedavi olmak istemiyor.. Ben ilaç kullandığım dönemde böyle bi sıkıntı yaşamadım..
 İlaç tedaviside sonuç vermezse serum veya iğne yoluyla tedavi başlıyor.. Ben son aşamadaydım çünkü vücudumda demir rezervi yok denecek kadar azdı..
 Serum kullanan bi kaç kişi ile görüştüm ve çok memnun olduklarını söylediler ancak 2 saat zaman ayırmak gerekiyor tabiki sağlığımız için değer ama ben yine kolaya kaçtım iğneyi tercih ettim..
Her gün iğneye gittim iğneden korkuyorsanız bilin ki söylenenin aksine çok acımıyor.. Benim bu tedavi ile birlikte hareketlerimde, vücut düzenimde gözle görülür değişiklik oldu.. Öncelikle sabah uyandığımdaki o halsizliğim kalmadı.. Keyifsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, cildimdeki solgunluk ve üşümem azaldı.. Henüz tahlil yaptırmadım en kısa zamanda yaptıracağım, ben faydası olduğunu düşünüyorum.. Eğer sizinde yaşam kalitenizi etkileyen önemsemediğiniz herhangi bi rahatsızlığınız varsa lütfen ihmal etmeyin.. Ben o kadar ihmal ettiğime pişmanım.. Sağlık gerçekten herşeyden önemli..

27 Şubat 2012 Pazartesi

Doğum günüm..

Çocukluğumdan beri her yıl doğum günüm yaklaştıkça bende geri sayıma başlarım.. Mübarek 3 aylara girdik ;) Kutsal 1 aydayız gibi.. Etrafımdaki herkesede bunu hatırlatırım.. Doğum günüme şu kadar gün var ne yapacağınızı düşünün diye ;) Bu yüzden hayatım boyunca kimse bana süpriz doğum günü yapamadı.. ama bu yıl herşey tersine döndü ;) 4 tane süpriz doğum günü yaptılar ve her biri de birbirinden güzeldi.. Beklemediğim anlarda beni mutlu ettiler.. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.. ve beni doğumgünümde arayan msj atan ve yanımda bulunan herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.. iyi ki varsınız.. hayat sizinle güzel..






25 Şubat 2012 Cumartesi

Güzel bi site... Bakmadan, okumadan geçmeyin..


iboydak


Günün birinde arkamda kaldı mı bir İz dİye düşündüğümde…




Merhaba, http://ilyasboydak.com  adresine bakmanızı mutlaka öneririm.. İçinde çok güzel yazılar, sözler var... Bazen unuttuğumuz şeyleri hatırlatacak nitelikte..
Hatta bi örneğini aşağıda sizinle paylaşıyorum..
Sevgiler
Kubra






Neyi bilmediğinizi biliyor musunuz?

Bu aralar çok hoşuma giden bir söylem var girişimciler arasında “know what you don’t know – neyi bilmediğini bil”. Bu söylemi iyi anlayan bir insan hem yapmaya çalışıpta başarılı olamadığı gereksiz uğraşlardan kurtulmuş olabilir, hem de bilmediğini iyi yapan birinden yardım alarak iş yaparken sorunları kolay çözebilir.
Özellikle iş hayatında başarılı olmuş bir çok patron bir zaman sonra neyi bilmediğini bilmemeye başladığı için doğruları görememeye kendi düşündüğünün hep doğru olduğunu düşünmeye başlıyor.
benden bilmediğim bir kaç iç rahatlatıcı itiraf:
dile karşı kabiliyetsizim ve dil öğrenmeyi başaramıyorum
fotoğrafçılık kabiliyetim vasatın üzerine çıkmıyor ne kadar denesemde, hem de bakmak çekmekten daha çok keyif veriyor
kendim bir şey oluşturamıyorum ancak bir yerlerden alıntıyı çevirebiliyorum (hibrit düşünürüm)

http://ilyasboydak.com/

20 Şubat 2012 Pazartesi

Schopenhauer'ın kirpileri

Alman filozof Schopenhauer, insan ilişkileri hakkındaki görüşlerini çok güzel bir metaforla, kirpilerin hikayesi ile anlatır .
Soğuk bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanır.
Ama kısa bir süre sonra okları ile birbirlerini yaraladıklarını görüp ayrılmak zorunda kalırlar. Isınma ihtiyaçları onları tekrar bir araya gelmeye zorlar fakat okları ile canları yanan kirpiler yan yana duramaz, yeniden ayrılırlar. Ta ki dondurucu soğuktan dirençleri kırılana kadar.. Bu ayrılıp birleşme dansı, birbirlerine zarar vermeden yaklaşabilecekleri mesafeyi bulana kadar devam eder.

Biz insanlar da kirpilere benzeriz der Schopenhauer, sevgi ve yakınlık için birbirimize sokuluruz, fakat bu buluşma can yakar, hemen ardından mahremiyetimize döneriz. Ancak bu kez de soğuk gecede üşür, yalnız kalırız ve tekrar yakınlaşmak isteriz. Hayatın tek düzeliğinden kaçıp insanların arasına sığınmak için birleşme ve insanların dayanılmaz hatalarının verdiği acıdan kendimizi korumak için uzaklaşma ihtiyacı birbirini takip eder.
Kirpiler gibi, yara almadan bir arada kalmak için uygun olan mesafeyi ayarlamamızı önerir ünlü filozof.
Sadece kendi beden ısısını yani içsel gücünü koruyanların diğerleri ile arasındaki güvenli mesafeyi bulabileceğini ve zehirli oklarla yaralanmaktan kurtulabileceğini söyler.

Yalıtılmış bir yaşam sürmeyi değil ama kendi sıcaklığımızı yaratarak, kendi insanlığımızla, kendi varlığımızı onurlandırarak o kritik, sadece bize özel alanı doldurmamızı, sınırlarımızı korumamızı öğütler.
Bir kaçıp bir dönüşlerimizi normalleştiriyor Schopenhauer.
‘Ne senle ne de sensiz’ oluşlarımız, terkedilişlerimiz, yalnız kalışlarımız, uzlaşmazlıklarımız sanki yeni bir anlam kazanıyor .

Ve düşündürüyor..
Kimlerin oklarıyla canımız yanıyor? Oklarımızla kimleri yaralıyoruz ? Ne zaman fazla yakınlaşıyor, ne zaman uzaklara kaçıyoruz? Kendimizden, kişisel sınırlarımızdan nerelerde feragat ediyoruz? 


En önemlisi de..
İki iğne arası mesafeyi koruyabilmek için ne gerekiyor? 

(Radikal Gazetesi yazarı Tuğba Kıraç ın  19. 02. 2012 tarihli yazısıdır.)

26 Ocak 2012 Perşembe

Akıllı Kadının Hali Bi Başka..

Geçen gün dünyada en sevdiğim kişinin evinde bi ayrıntı gördüm ve sizinle paylaşmak istedim.. Aşağıda resimlerini gördüğünüz şey doğallık isteyenler için süper bişey..

Bu gördüğünüz resimdeki şeyler armut ve elma.. Kışın canınız kuru meyve çekiyorsa ve nerede ve hangi şartlarda kurutulduğu belli olmayan güya organik kuru meyvelerden almak istemiyorsanız kaloriferin üzerinde bu şekilde 1 günde yüzde yüz organik kurutulmuş elma ve armut vs. elde edebilirsiniz.. Hemde çok lezzetli... Tavsiye ederim..

25 Ocak 2012 Çarşamba

Masum bir çocuğun dilinden okul..

Okulum
Sen yokken canım sıkılıyor
Seni çok seviyorum
Okulum keşke benimle yanımda gelsen
Okul seni çok seviyorum
ve seni yaradan Allahı da seviyorum
Okulum
İyiki dünyada varsın
Sen olmasaydın bişey öğrenemezdik
Sen olmasaydın başka birileriyle tanışamazdık
İyi ki varsın Okulum
( yazan ilkokul 2. sınıf öğrencisi Ahmet Efe)


Yukardaki yazıyı okuyunca aldı beni bi gülme.. Düşünüyorum okul bizim içinde öyleydi.. ama zamanla içimizdeki o masumiyeti saflığı kaybettik.. Okul mu off yine mi diyoruz oysaki Ahmet Efe nin yaşında bizlerde öyleydik öğretmenlerimiz bizim canımızdı rol modelimizdi dünyada en sevdiğimiz kişiydi.. Ne oldu da yitirdik bu masumiyeti.. Bıktık sanırım  oku oku.. Ezber ezber.. Sınav sınav.. Stres sıkıntı.. Şimdi düşünüyorum ilk okul günlerimi, sıra arkadaşlarımı, tenefüsleri cidden çok güzel günlerdi.. ama o günlere yeniden dönmek istermisin deseler asla derim ;) 

Beklentiler..

Yaşamla ilişkili beklentilerimiz var. Kimi beklentileri yarına kimi beklentileri ise insanlara yüklüyoruz. Yarından iyi olmasını, bolluk, bereket, sevgi,sağlık içinde olmasını istiyoruz. İnsanlardan da bizi sevmelerini, tercih etmelerini, kabul etmelerini, taktir etmelerini, aralarına almalarını bekliyoruz. Ya da başka bir deyişle verdiklerimizin karşılığını almayı bekliyoruz. Alamadığımız zamanlarda Beklentilerimizi karşılayamamış oluyoruz. Veriyoruz ama alamıyoruz.
Verdiğimizde bir sorun olmadığını düşünüyor, kalpten veriyorsak sorun nerede olabilir? Yoksa kalpten verdiğimizi söylerken mi yanılıyoruz?
İlk vermeğe başladığımızda beklentilerimiz kendiliğinden oluşuyor. Verirken altına koyduğumuz her ne ise onun geri dönmesini bekliyoruz. Beklentilerin gizemli bir yanı var. Beklenti içinde olduğumuzu verirken anlamıyoruz. Gerçekten istediğimiz için verdiğimizi, altına başka bir duyguyu gizlemeden karşıya ilettiğimizi düşünüyoruz verirken. Ama geri gelmediğinde fark ediyoruz ki beklermişiz. Yüreğimizde sıkıntı  o zaman başlıyor ve karşı tarafı suçlamaya başlıyoruz. Suçladığımız özneler hep başkaları yaşam, sevgililer, dostlar, hayat şartları,ülke ekonomisi ve liste uzayıp gidiyor.
Bir tek kişiye bakmayı unutuyoruz genelde… Kendimiz… Verdiğimin altına hangi duyguyu koydum ki bana ektiğim tohum meyve olarak bu üzüntüyü verdi?
Ben hangi yönümü karşı taraf üzerinden tatmin etmeğe, doldurmağa çalıştım?
Beklenti, kendi içimde olmayan duygunun diğeri tarafından doldurulmasını istemektir.
Beklenti oluşturduğum durumlarda kendimde varolmayanı, tamamlamadıklarımı Başkalarının vermesini ve tamamlamasını istiyorum. Dostlarımı seviyorum.Onlar tarafından sevilmeyi de istiyorum. Fakat hiç beklemediğim bir anda en sevdiğim dostum bana en yapılmayacak olanı yapıyor. Halbuki o kadar da sevmiş ve verici davranmıştım. Karşılığında beklediğim de bu değildi. Bu davranışı hak etmediğimi düşünüyorum. Fakat kaçırdığım bir nokta var ki dostuma sevgimi verirken altına korkularımı, endişelerimi “fakında olmadan” yerleştirdim. Verirken daha fazla sevsin, sevdiğimin karşılığını alayım diye verdim. Ya da patronuma gülümsememi verirken beni fark etsin ve taktir etsin diye verdim. Ve bunu gülümseme gibi iyi bir davranış üzerinden yaptım.
Gerçekten iyi bir şey vermiş olsaydım karşılığında “beklemediğim” bir durumla karşılaşır mıydım?  Demek ki iyi olduğunu sandığımın içine,altına,üstüne bir yerine başka bir duygu yerleştiriyorum. Bu duygunun içimde eksik olmasından dolayı bunu karşı tarafın doldurmasını bekliyorum.  Ben gerçekten kendimi taktir etseydim acaba patronuma altında başka bir şey olan bir gülümseme yerine gerçekten içten bir gülümseme vermez miydim? Ya da dostlarıma  da aynı şekilde…
Özellikle emek verilerek yapıldığı sanılan ilişkiler içinde karşılaşılan beklentiler doyurulmadığı zaman küskünlüklere, kızgınlıklara ve ayrılıklara sebep olmaktadır. Aslında emeği harcayanın fark etmediği, harcadığını iddia ettiği emeğinin altına başka duyguları, korkuları da koymuş olduğudur. Yalnız kalmaktan korkan biri yalnız kalmamak için insanlara emek harcayacak sürekli insanları etrafında tutmaya çalışacaktır. Burada en çok sorulan soru “kimseye sevgimizi ifade etmeyeceğiz, hediyeler almayacağız, onlar için Bir şey yapmayacak mıyız “sorusudur. İnsanlara verileni bir süre sonra ya da yeri ve zamanı geldiğinde geri alamamaktan şikayet ediyorsanız zaten verirken sevgi ile değil beklenti ile vermişsinizdir.
Beklentisiz yaşamaktan kasıt kimse ile iletişimde olmamak ya da başımızı öne eğerek “beklemiyormuş” gibi yapmak değil. Beklentimizi oluşturan verdiklerimizin, altına başka duygu ve korkular koyup koymadığımızı fark ederek onlarsız vermektir. O taktirde zaten beklenti gelişmeyecektir. Beklentilerimiz, korkularımızın bize hazırladığı farkındalık istasyonları. O durakta durup da yaptığımızı fark edersek o zaman beklentiden de kurtulmuş, vermek istediğimizi altına sevgiden başka bir şey koymadan vermiş   oluyoruz.
Gelecekten Beklenti
Beklentilerim neler? İnsanlardan verdiklerimizin karşılığı olarak beklentilerimiz olduğu kadar önemli beklenti kaynaklarımızdan bir tanesi de gelecek… Gelecekten beklentiler bizi “şu anımızdan” alıkoyarak geleceğe bağlıyor ama şu anı kaçırınca geleceği bütünüyle kaçırmış oluyoruz. Şu anda yaşadığım korkular bedenlenerek geleceğimdeki olayları yaratıyor. Amaç ne?… Gene… Fark etmek. Merkezimizi şu andan çıkarıp geleceğe koyduğumuz zaman önüne bakmadan yürüyen adam gibi önümüzdeki taştan dolayı düşüyoruz.
Daha taş uzaktayken geldiğini görsek de önümüze bakmadığımız için önümüze geldiğinde bizi  düşürüyor gene de. Dolayısıyla gelecekten beklenti şu anımızı ve yaşantımızı kilitliyor.Yarattığımın farkında olmadığım korkularım, benim gelecek zaman birimin deki “anımın ” içinde yaratılmış olarak yer alıyor ve beni düşürüyor. Gelecekten beklentiyi nasıl kaldırabilirim? Sağlıklı bir şey mi? Gelecekten beklentilerimi Kaldırabilmek için kontrol mekanizması üzerinde durmam gerekiyor. Kontrol etmeğe Alışık insan geleceği kontrol etmeğe harcadığı enerji karşısında yorgun ve bezgin düşüyor. Beklentim olduğu için geleceği kontrol etmeğe çalışıyorum. Kontrol etmeğe Çalıştıklarım da hayatıma heyecan, endişe, korku olarak giriyor. Hayatı ve nasıl akması gerektiğini kontrol ettiğim sürece beklentilerimi de kontrol ediyorum.
Peki o zaman ne yapmalı? Her şeyi oluruna bırakmalı ve kayık nereye giderse Hayrıma olduğuna mı inanmalı? Bunun da cevabı çok yanlış yerlere gitti bugüne kadar. Teslim olmak, kabul etmek hep böyle anlaşıldı. Teslim olmak önünüze “öğren” diye olayları sıralayan sistemi “görmezden gelmek,katlanmak” demek değildir. Akıntının yönünde bir problem var ve sizi iyi olmayan, dolayısıyla fark etmeniz gereken bir yere  doğru Sürüklüyorsa orada eylemsiz kalmak teslimiyet değildir. Teslimiyet, huzurun içinde var olan bir duygu. Teslimiyet, huzur kişinin merkezinden taşındığında isyan,küskünlük,kaçış duygularını yaratan sebepleri anlamağa çalışma, farkına varmak adına yaşanan bu duyguları sürdürerek akıntıya karşı kürek çekmemek için eylemsiz kalmaktır. Bu durumda hayatın akışını bozan sebeplere bakmakta fayda vardır. O zaman hayatın akışının kontrol edilmesine gerek kalmayacaktır.
Neyi ve neden istediğini net bir şekilde bilen zaten zihninde olanı yaratacaktır. Zihninde ne olduğunu bilmediği, fark etmediği zaman,fark etmediği biliş kendini bedenleyerek olay ya da daha genel deyişiyle deneyim olarak karşısına çıkacaktır. Genelde kontrol da bu aşamada başlar. Sistem zihindeki bilgiyi yaratarak fark etmeni sağlayacak olayları arka arkaya sıralar. Kontrol edilmesi gereken olmuş olaylar değil, onları oldurtan zihnin bilişlerini fark etmektir.  O zaman son olarak şöyle bir çıkarıma daha gidebiliriz. Zihnimizde ne olduğunu bilmediğimiz ve olanların da olmasını istemediğimiz için, diğerinin, “iyi olanın olması için” beklentilerimiz var. Beklentilerimizin içinde de umutsuzluk, kırgınlık, korkular ve endişeler var. Bir yanımız kendini biliyor. Bunları kapatmak için de insanlara verici olmaya çalı şıyor. Veriyor ki içimizde “ne olmadığını ” kapatıp sorun yokmuş gibi yapabilelim. Hatta onların da dikkatini başka tarafa çekerek içimizde olmayanı görmemelerini sağlayabilelim. Zihnimizin içinde unutulmak, sevilmemek kabul görmemek gibi korkular olduğu sürece yaratacaklarımızın da içinde olmayacak mı?
Korkularımız beklentilerimizi yarattığı gibi beklentilerimiz de korkularımızı besliyor. Kapatmaya çalışarak sadece vakit kaybediyoruz ve yanan ateşi odunla besliyoruz.
Beklentilerinizi rafa kaldırın demiyorum.Beklentinizin oluşmasına sebep olan korkunuzla yüzleşin ve onları rafa kaldırın. İçinizdeki bekleyen,beklenti Yaratan korkuların kodunu değiştirin. O zaman siz ve hayatınız değişmiş olacak. Düşünün ki birine bir şey verirken sadece sevgi ile ya da gerçekten vermek istediğiniz için veriyorsunuz. O zaman zaten onun geri dönmemesinin imkanı yok.  Dönmesi için beklen ti yaratmanıza sebep kalmıyor. O zaman doğanın yasası işliyor. Ne ekersen onu biçersin… 
( Hakan Şenkayanın yazısıdır)

14 Ocak 2012 Cumartesi

Acının Gizlediği Armağan!!!

Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.

Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.
Günler hep aynı şekilde geçiyordu.
Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu.
Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.

Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. "Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı!

Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu;

"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"

Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:

"Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"

Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de… İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.

Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi, yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında…

Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu. Yapmamız gereken, acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmek…


(Her Acı Bir Öğretmendir...)ben bu sözü çok severim bu hikayede onu vurguluyo bence ders verici ve şükrü artırıcı bir hikaye....şükrünüz bol olsun...

10 Ocak 2012 Salı

Klasik ama Anlamlı



Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis. Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis. 
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?' 
'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi. 
Hayat boyle degil midir ? 
Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamaya davranmadan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ...

Zamane Kahvesindeki İlginç ve Sevimli Detaylar..


Zamane Kahvesinden daha önce bahsetmiştim.. 4 hafta boyunca her cumartesi projemiz için oraya gittik.. Projemiz Red Bullun pazarlama iletişimi ile ilgiliydi.. Zamane Kahvesiyle bi ilgisi yoktu, ancak biz o mekanda kendimizi çok iyi hissettiğimiz için orayı tercih ettik ve mekan ile aramızda duygusal bi bağ oluştu.. Projeyi bitirdik nerdeyse 1 ay geçti ama ben Bağdat Caddesine her gittiğimde oraya muhakkak uğrayıp güzel çaylarından içiyorum.. Aşağıda, Zamane Kahvesinde gördüğüm bazı ilginç detayları sizinle paylaşmak istedim..